Triatlon dünyasında Türkiye’yi hem performansları hem de sporcu yetiştirme vizyonlarıyla temsil eden iki isim: Sera Sayar & Ruso Yakimoviç. Kurdukları Rise Performance Club ile yüzlerce sporcunun yolculuğuna yön veriyor. Bu yıl Ironman Türkiye 70.3’te en geniş katılımlardan birini sağlayan Rise ekibi, hem sahadaki performansıyla hem de yarattığı topluluk kültürüyle dikkat çekti. Biz de Sera ve Ruso ile hem Rise’ın hikâyesini hem de bu yarışın perde arkasını konuştuk. Şimdi sözü onlara bırakalım; hikâyelerini kendi anlatımlarıyla dinleyelim.

Ben eski milli yüzücüyüm, Ruso ise eski milli su topçu. İkimiz de çocukluğumuzdan beri sporun içinde büyüdük. Triatlonla tanıştıktan sonra, yıllardır bildiğimiz o “kendini geliştirme” disiplinini bu branşa taşımak istedik. Çok araştırdık, çok yavaş ilerledik, her adımı kendi üzerimizde deneyerek doğru yolda olduğumuzu gördük.
Zaman içinde öğrendiklerimizi çevremizdekilerle paylaşmaya başladık. Onların gelişimine şahit olmak, bize hem ilham hem de sorumluluk verdi.
Bu tutkuyu artık erteleyemeyeceğimizi fark ettiğimizde, ikimiz de beyaz yaka kariyerimizi bırakarak tüm enerjimizi buraya yönelttik.
Kurumsaldan getirdiğimiz planlama, hedef odaklılık ve disiplin; spor geçmişimizle birleşince RISE çok kısa sürede büyüdü. Bugün geldiğimiz nokta, hem kendi yolculuğumuzun hem de sporcularımızın ortak emeğinin sonucu.
Ironman Türkiye, RISE için yılın en özel buluşmalarından biri. Bu yarışa en fazla sporcuyla katılan kulüp olarak Ironman Triclub şampiyonu olduk. Her yıl sezonu burada kapatmayı gelenek haline getirdik ve son üç ayı tamamen 40–50 kişilik büyük ekibimizle bu yarışa hazırlanarak geçiriyoruz.
Yarıştan bir ay önce yaptığımız Antalya kampı hazırlık sürecinin en kritik parçası. Bu yıl Gloria’daki sekizinci kampımızı gerçekleştirdik ve sporcuların gelişiminde büyük bir ivme yarattı.
Bu yarışta çok geniş bir yelpazemiz vardı:
kırmızı halıya ilk kez adım atan sporcular, 4:30 barajını zorlayanlar, dünya şampiyonasına slot kovalayanlar… Ve en güzeli herkes kendi hedefini gerçekleştirdi.
Sonuçlar kadar, bu yarış bizim için bir şeyin daha göstergesi: RISE’ın birlikte büyüyen bir topluluk olduğunun en güçlü vitrini.

İlk kez start alacak bir sporcunun yüzündeki heyecanı görmek, ona sakinliği ve özgüveni aktarabilmek inanılmaz bir keyif. Çünkü o yollardan biz de defalarca geçtik bu branştaki 11. yılımız.
Sıfırdan gelen birine destek olmak, adım adım dönüşümünü izlemek bize büyük bir motivasyon veriyor.
Yarışmıyor olsak bile, start çizgisinde sporcularımızı izlemek başlı başına bir gurur.
Onlarla birlikte heyecanlanıyor, onlarla birlikte nefes alıyoruz.

RISE’ın en gurur duyduğumuz yönü, insanların bu topluluğa hissettiği aidiyet.
O tişörtü giymek, o logoyu taşımak, toplu eventlere katılmak, antrenman buluşmalarına koşa koşa gelmek…
Burda kez tanışan insanların çok yakın arkadaş olabilmesi bile RISE’ın enerjisinin bir yansıması.Aynı hedef için bir araya gelen, aynı kalite anlayışını ve aynı vizyonu paylaşan insanlar doğal olarak birbirini buluyor.
Bizim için en büyük başarı bu kültürün kendiliğinden büyümesi.
10 yıldır beraberiz ve ikimizin de hayat öncelikleri çok benzer olduğu için hem partner olarak çok iyi anlaşıyoruz hem de birbirimizi sürekli geliştiren bir ikili oluyoruz. Bu uyum, hem ilişkimizi hem de RISE’ı taşıyan temel güçlerden biri.
Biz bu işi gerçekten bir “iş” olarak gördüğümüz için önceliğimiz her zaman RISE.
Hem güçlü antrenman yapan hem yarışan hem de örnek olan iki koç olmak zorundayız.
Bu aslında birbirini besleyen bir döngü: Ne kadar bunu yansıtabilirsek, o kadar bu sporu benimseyen sporcu yetiştiriyoruz, ne kadar güçlü sporcular yetiştirirsek RISE o kadar büyüyor. Büyümemizin sırrı tam olarak bu.
Bizim için her şey bir hedefle başlıyor. Ve o hedefe giden yolda yapılması gerekeni, eksiksiz ve istikrarlı bir şekilde yapmak… Yıllar içinde bizi en çok geliştiren şey bu oldu.
Doğru zaman yönetimi, doğru planlama ve disiplinle gelen küçük başarılar hem bizi hem sporcularımızı motive ediyor.
Tabii ki hazırlık sürecinde mental olarak çok zorlandığımız anlar oluyor. Ama o anlarda kendimize hep aynı şeyi hatırlatıyoruz: “Bunu neden yapıyoruz?”
Bu sorunun cevabını bilmek, en zorlu zamanlarla baş edebilme gücünü veriyor.
Sporcularımıza da hep bunu aktarmaya çalışıyoruz. Bu yollardan hepimiz geçiyoruz, herkes için zor. Ama zoru yapabilmek, bir sporcuyu hem mental hem fiziksel olarak bir adım öne taşıyor.

Sporcularımızın limitlerini takip ederek ilerliyoruz.
Her sporcunun gerçek kapasitesini görmek, gelişimi adım adım izlemek ve onları doğru zamanda, doğru dozda zorlamak bizim antrenman yaklaşımımızın temeli.
Ama bunun bir sınırı var: sürdürülebilirlik ve sakatlıksız gelişim.
Bu nedenle sporcuyu limite yaklaştırırken aynı zamanda onu koruyan bir yapı kuruyoruz.
Yüklenme–dinlenme dengesini çok hassas takip ediyor, gerektiğinde geri adım attırarak uzun vadeli gelişimi sağlamaya çalışıyoruz.
Bizim için triatlon sadece üç branştan ibaret değil. Kuvvet antrenmanı, beslenme alışkanlıkları ve uyku da en az yüzme, bisiklet ve koşu kadar önemli birer branş. Bu spor bütüncül bir yaşam tarzı.
Sporcularımıza her zaman şunu söylüyoruz. Bu ucundan kıyısından yapılmaz.
Kuvveti ihmal eden, uykuyu önemsemeyen ya da beslenmeyi ikinci plana atan bir sporcunun gelişimi kaçınılmaz şekilde sınırlanır.
Bizim olmazsa olmazlarımız, işte bu temel düzeni korumak.
Sera ve Ruso’nun anlattıkları, triatlonun yalnızca fiziksel değil; disiplin, aidiyet ve doğru planlama üzerine kurulu bir yolculuk olduğunu bir kez daha gösteriyor. Rise Performance Club’ın yükselişi de tam olarak bu yaklaşımın bir sonucu. Hem kendi hedefleriyle hem yetiştirdikleri sporcularla büyüyen bu topluluğun, önümüzdeki yıllarda uluslararası arenada çok daha fazla iz bırakacağına hiç şüphe yok.