Bu yıl 47’ncisi düzenlenen İstanbul Maratonu yine unutulmaz anlara sahne oldu.
Türk kadınlar genel klasmanında üst üste üçüncü kez birincilik ipini göğüsleyen Ezgi Keskin, bu anların en özel isimlerinden biri oldu. Disiplini, istikrarı ve koşuya olan tutkusu ile tanıdığımız Ezgi; hem parkurdaki gücü, hem spora yaklaşımı hem de hazırladığı podcast’leriyle birçok koşucuya ilham veriyor. Gelin, Ezgi’nin hikayesini ve İstanbul Maratonu zaferinin ardındaki motivasyonu kendi sözlerinden dinleyelim.

İstanbul doğumluyum, 34 yaşındayım. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği mezunuyum. Mezun olduktan kısa bir süre sonra, Çanakkale’ye taşınıp bir çimento fabrikasında üretim/proses mühendisi olarak çalışmaya başladım. Her gün çelik burunlu ayakkabılarla ve baretle çalışmak, yoğun vardiyalar, gece mesaileri ve yüksek tempolu saha ortamı; alışılmış şehir-ofis düzeninden oldukça farklı bir çalışma hayatıydı.
Sporla tanışmam ise İstanbul’a yeniden döndüğüm dönemde oldu. Şehre adapte olmaya çalışırken kendime ait bir alan yaratma ihtiyacı hissettim. Koşu tam da o dönemde hayatıma dokundu. İlk başta daha fit ve sağlıklı olmak için koşarken, bir süre sonra bir koşu grubuna katıldım, yarışlara dahil oldum ve bu süreç disiplin, istikrar ve hedef belirlemeye dönüştü. Koşu, benim için zihnimi temizlemenin bir yolu oldu hep; aynı zamanda dengemi bulduğum bir alan.
Koşu benim için bir alan açma hali. Gün içinde herkes bir şey söylüyor, bir şey bekliyor, bir yere yetişmem gerekiyor. Koşarken ise hiçbir rol yok; sadece ben ve adımlarım var.
Uzun mesafe, sabır ve kendine karşı dürüstlük gerektiriyor. Bir nevi bilinç akışı gibi; kendi kendimle konuştuğum, tartıştığım, uzlaştığım ve günün muhasebesini yaptığım biricik zaman.
Kısacası beni dengede ve akışta tuttuğunu söyleyebilirim.

2020 yılında koşmuştum ilk maratonumu. Normalde ilk maratonumu yurtdışında koşmak istiyordum fakat pandemi dolayısıyla bu çok zor bir hal almıştı. O yüzden İstanbul Maratonu’nun yeri bende ayrı. Maraton koşmanın nasıl bir haz olduğunu, nasıl hissettirdiğini ilk kez deneyimlediğim yer olması açısından da özel.
Üst üste üç yıl bu parkurda Türk Kadınlar tasnifinde birinci olabilmek benim için sadece bir başarı değil, bir yolculuğun istikrarlı şekilde sürdüğünün işareti. Kürsü, madalya ya da dereceden ziyade; her yıl yeniden aynı disiplin ve heves ile bunu sürdürebiliyor olmak ve buna zaman ayırabilmek çok daha kıymetli.
Bu sene hazırlık sürecinde kendimi daha iyi dinlediğim bir dönem oldu. Hacmi artırmak ya da “daha çok çalışmak” üzerine değil; doğru çalışmak üzerine kurulu bir hazırlık oldu diyebilirim.
Koşu antrenmanlarının yanında kuvvet antrenmanı, mobilite, uyku kalitesi ve beslenme düzeni benim için eşit ağırlığa sahipti. Bu süreç bana şunu gösterdi: Bazen motivasyon kaybı yaşayabiliyoruz, sonuçta insanız. Fakat motivasyonum düşük olduğunda bile, bunun rutini bozmasına izin vermemek gerek.
Yarışların büyük hedefler olması güzel ama beni asıl süreçte tutan şey, o küçük gelişimleri görmek ve günlük adımları tamamlamak. Her “bugün de yaptım” dediğim gün, takvimde atılan o küçük tik, yüz bin parçalık bir yapbozun bir parçasını daha yerine koymak gibi. Çünkü mesele sadece yarış günü değil; yarışa giden yüzlerce günde gösterilen sabır ve istikrar. Şu an benim motivasyonum hedeflerim ve bu hedeflerimde beni destekleyen kişiler aslında.
Koşudan en az keyif almama neden olan faktör her zaman rüzgar olmuştur. 2023 ve 2024 yıllarında parkur gerçekten çok rüzgarlıydı. Bu sene ise yer yer “keşke rüzgar olsaydı” dediğim oldu; hava geçtiğimiz senelere göre daha sıcaktı ve beni asıl etkileyen faktör hastalıktı.
Bu benim 9. maratonumdu. Diğer maratonlarıma kıyasla daha az keyif aldığımı söyleyebilirim çünkü hastalığın etkisi hem nabızda hem de hissiyatta 6–7. kilometreden itibaren kendini gösterdi. Fakat her yarış ayrı bir tecrübe, bu da bu yolculuğun parçası 😊
Bu yıl gönüllülerin enerjisi, finish alanındaki atmosfer ve genel akış oldukça iyiydi. Ayrıca parkurda bu sene yapılan bir değişikliği çok değerli buldum: Sarayburnu’ndan Gülhane dönüşüne kadar 15K parkuruyla karışmayı önlemek için bu yıl diğer şeridin de kullanılması. Bu, akışı ve koşu ritmini korumak açısından gerçekten önemliydi. Su istasyonları da bence yeterli ve dengeli dağıtılmıştı.
Geliştirilmesini istediğim konular ise daha çok başlangıç ve seyirci desteği tarafında:
Start alanında tuvaletler yine oldukça yetersizdi; transfer otobüslerinin aldığı ve bıraktığı noktalara mutlaka seyyar lavabo desteği sağlanmalı. Bu, hem hijyen hem de yarış öncesi stres yönetimi için kritik.
Ve bence en önemlisi: Seyirci desteği. Ülkemizin en büyük maraton organizasyonunda, parkur boyunca daha güçlü bir seyirci enerjisi olmasını çok isterdim. Bu noktada markalarla, yerel topluluklarla ve koşu kulüpleriyle iş birlikleri yapılabilir. Çünkü koşucunun motivasyonu çoğu zaman çok küçük bir şeye bağlı:
Bir alkış, bir göz teması, bir tezahürat — bir anlık temas bile çok şey değiştiriyor.

Çok bilinen bir söz vardır: “Antrenmanda denemediğim hiçbir ekipmanı, jeli yarışta kullanma.” Beslenme planı, ayakkabı seçimi ve kıyafet konforu benim için belirleyici; hatta çorap bile çok kritik 😊
Yarış sabahı ritüelim hep aynıdır; hafif bir kahvaltı, ısınma koşusu, kalabalıktan uzak birkaç dakika ve jel-tempo planımı zihinde netleştirme.
Bence anahtar kelime: sürdürülebilirlik. Keyif alarak, koşuyu hayatın içine yerleştirebildiğimiz, antrenmanları bir yük gibi görmediğimiz anda süreç doğal olarak akıyor. Zaten sürdürülebilir olan her şey, zamanla mutlaka meyvesini veriyor.
Kendinizi kıyaslamayın. Her beden, her ritim, her yol farklı.
Destek alın. Bir koşu topluluğu, bir antrenör veya aynı hayali ya da tutkuyu paylaşan bir ekip, süreci çok daha keyifli ve anlamlı kılıyor.
Ve son olarak: beslenme. Uzun mesafenin sırrı sadece bacaklarda değil; enerjiyi yönetmeyi öğrenmekte. Doğru beslendiğinizde performansınızın ne kadar değiştiğine gerçekten şaşıracaksınız.
Yaklaşık bir ay sonra asıl hedef yarışım olan Valencia Maratonu var. İkinci kez koşacağım, keyifli geçeceğine eminim. Gelecek senenin ilk yarısında Boston Maratonu, ardından Kopenhag Maratonu’nu koşmayı planlıyorum. Belki senenin diğer yarısında ultra maratona dönebilirim 😊

Ezgi Keskin’in hikayesi, koşunun yalnızca fiziksel bir mücadele değil; zihinsel dayanıklılığın, sabrın ve içsel bir denge arayışının da yansıması olduğunu hatırlatıyor. Üç yıl üst üste İstanbul Maratonu’nda zirvede yer almak, belki bir sonuç gibi görünüyor; ama aslında her sabah yeniden başlayan bir sürecin, yüzlerce küçük adımın toplamı. Ezgi, disiplinin sadece bir hedefe ulaşmak değil, aynı zamanda kendini tanımanın bir yolu olduğunu gösteriyor.
Koşan, koşmayı düşünen ve bu yolculuğa yeni adım atan herkese ilham olması dileğiyle.